Sarı Zambak
- meltem alkur
- 24 Kas 2022
- 3 dakikada okunur
Şu şarkı eşliğinde okuyunuz.

Dün Meryem’i görmeye çarşı içine çıktım. Ana yoldan giderken Süt Kooperatifi’nin yanındaki fırının oradan geçtim. Koca bir saksıda onlarca sarı zambak gördüm. Aynısından bizim eski evin bahçesinde de vardı. Hani arka taraftaki menekşelerin yanında, o küçük köşede. “Aaaa açmışlar” dedim. Artık bizde onlardan yoktu. Kendi kafamın içinde eski evin bahçesine gittim, o kahverengi hortumla toprağı suladım. Sağa sola fışkırttığım suyla toprağın kokusunu duymaya çalıştım.
Bugün çarşıdan dönerken Çamlık’tan geçmek istedim. Kaç seferdir Hacer Teyzemi görmek için oradan geçmiştim ama ne zamandır yoktu. Yine şansımı denedim. O da ne! Kapı hafif aralık. Beni gördüğüne çok memnun oldu. İçeri girdim. Evinin kokusu hâlâ aynıydı, biraz yaşlılık, biraz yalnızlık, biraz da dünya zevkleri adında geçici bir parfüm kokuyordu. Fasulye yemeğini ocakta unutmuştu ve tencere kapkara yanmıştı ama beni ve çok benzettiği kızı Sevgi Ablanın küçüklüğünü hiç unutmamıştı. Ona az şekerli bir Türk kahvesi yaptım, tam annemin sevdiği gibi. “Selma sizi çok iyi yetiştirdi” dedi kahveyi yudumladıktan sonra. Bana köydeki erik ağacını sordu. Kendi bahçesindekini keseli yıllar olmuştu. Fasulye yemeğini ocakta unutmuş ama artık bizim bahçemizde yaşayan nice aile sohbetine şahitlik etmiş güzel erik ağacını unutmamıştı.
İnsan zihni niye bu kadar tuhaf!
Kaşla göz arasında mutfaktan bana bir düğme getirdi (insan yaşlanınca da geçerli midir bu deyim, ivedilik hâlâ kaşla göz arasında mı ölçülür?) Düğmesi sökülen yeleğini ipliği iğneden geçiremediği için kaç gündür dikemiyormuş. Eski bir iğne kutusu verdi elime. Artık anneannemi çağrıştıran yeleğin sökülen düğmesini diktim. Çocuk gibi oldum dedi bana. Kim büyüktü kim çocuk ben bilemedim.
İznini isteyip evden ayrıldım. Hepimiz adına beni öptü, kokladı. Bu sefer yeleği otlu pide kokuyordu. Annem çay yapıp gelecek sandım.
Ayakkabılarımı giymek için dışarı çıktım. Ne göreyim bir kadın eski evin avlusunu yıkıyor. Hafifçe birbirimize tebessüm ettik. “Büyükannen mi” diye sordu Hacer Teyze’yi işaret ederek. Hacer Teyze “Yok, oturduğun evin ilk sahibinin kızı” dedi. Kadın bunu duyunca şaşırdı ve bana “Evi görmek ister misin” dedi. O an başka bir şey istesem ve olsa bu kadar sevinmezdim. Şaşkınlık içinde teklifini kabul ettim. Artık boyuna küçük gelen ama Can’ın hâlâ tutuna tutuna inip çıktığı bahçe merdiveninden aşağı indim. Ayakkabılarımı ve şu hayattaki 26 yılımı mutfak kapısının önünde çıkarıp içeri girdim.
İlk görmek istediğim oda üçümüzün odası oldu gençler. Kapılar hâlâ aynı ahşap. Kadın yıllarımızın geçtiği odanın kapısını açtı. Hoop! Bir gürültü. Ben bir anda ranzadan düştüm. Sonra bir kedi sesi geldi. Annem ranzanın alt çekmecesini araladı. Ablamın renkli el işi kartonlarının arasında emektar kedimiz bilmem kaçıncı doğum hazırlığını yapıyordu. Annem kediyi kucaklayıp kömürlüğe götürdü. Ablam ve Can ranzada kucak kucağa yatıyordu. Ablam tavana Hacettepe yazıp asmıştı. Ona gülümseyip ileride çok daha güzel şeyler başaracağını fısıldadım. Yan odaya geçtik. Babam döşekte beyaz atletiyle yatıyordu. Ablam da yanında. Onlara doğru koşup kendimi döşeğe bıraktım ve “Nolur, ben bir kız kardeş istemiyorum” diye ağladım. Sonra annem beyaz yüklüğü açtı. Beni arıyordu anlaşılan. Saklambaç oynadığımı sanmıştı. Oysa ben babamın arabasına benzeyen bir arabanın peşinden koşup alt sokağa varmıştım bile. Evden ilk kaçışımdı. Tıpkı o gün olduğu gibi ilerleyen yaşlarda da ne zaman evden kaçsam, çok geçmeden kaybolduğumu düşünüp eve geri dönecektim. Koridordan geçerken gözüm banyo kapısına kaydı. Can içerideydi. “Anne bittiii” diye sesleniyordu. Annem Can’ın altını yıkadı. Ablamın saçlarını ördü. Benimkileri de örüp o mor lüleli tokalarımı taktı.
Mutfağa geçtik. Can ilk kez çiğ köfte yiyordu masada. Tadını anlamaya çalışıyordu. Mutfak bangosunun önünde ablamla bulaşık yıkıyorduk. Sonra mutfak kapısında ablam, yan komşumuz Refiye Abla ve ben canlandık. Annem Can’ı doğurmaya hastaneye gidiyordu. Onlara el salladık. Bir anda babam belirdi kapıda. Elinde gri bir masa ile gelmişti. Ben artık kapının önünde ders çalışabilecektim. Salona geçtik. Annem sobayı yakmış. Can yerdeki halının desenlerinden kendine yollar çizmiş, treniyle oynuyor. Babam pencereyi açtı. Simitçiye seslendi. “İki çıtır, üç taban gevrek” dedi. Annem gevrekleri sobanın üstünde ısıttı.
Ramazandı. Soğuktu ama içimiz sıcacıktı.
Tüm bunları düşünürken ağladığımın farkında değildim. Sanırım kadın bana acıdığından kahve yapmak için mutfağa geçti ve beni yalnız bıraktı. 31 yaşında, Özge adında gencecik bir kadın. Hasta anne ve babasına baktığı için bir aydır Ödemiş’te imiş. Ne kadar şanslıyım ki, o gün eve geri dönmüş.
Geçmişi yad ederek kahvelerimizi yudumladık. Birbirimizin iletişim bilgilerini aldık. Her zaman oturmaya gelebileceğimi söyledi. Çok çok teşekkür ettim. Size göstermek için evin birkaç videosunu çektim. Bahçeye çıktım, arka tarafa dolandım. Yeşil hiçbir şey kalmamış. O an gözüme sarı bir şey takıldı. Yerde fayans parçalarının yanında bizim sarı zambaklar. Her şey gitmiş; menekşe kökleri, laleler… Bir onlar kalmış. “Bir kök alabilir miyim” diye sordum. “Tabii” diyerek bana çapa getirdi. İki soğan aldım, diğerlerini de köklememi istedi. Sanırım topraktan pek anlamıyor. Evin önüne dikmek istediğini orada bırakırsa tüm köklerin kaybolacağını söyledi. Kalan soğanları Can’ın solucan aradığı o yıllandıkça taşlaşmış topraktan çıkardım ve evin önüne götürdüm.

Kadının gösterdiği yere, tam da bahçe kapısının önüne hepsini diktim. Beş tane. Her birimiz için, o evdeki acı tatlı anılarımız, fedakârlıklarımız, annemin ikiye bölüp diğer yarısını sakladığı domates, babamın çalışmaktan eve geç geldiği her gece, ablamın bana yaptığı benim de Can’a yaptığım ebeveynlik için tüm soğanları diktim. Hacer Teyzemin eriği gibi başka bir toprakta da olsa var olmaya devam edebilsinler diye…
コメント